Hukuk Güncesi
24 Ocak 2022 Tarihinde yazıldı
Facebook'un Metaverse'ünden Stanislaw Lem'in Real'ine, Gelecek Üzerine
Facebook’un isminin Meta olarak değiştirilmesine ilişkin 28 Ekim’de yapılan açıklama büyük olmasa da bir sansasyon yaratmışa benziyor. Zuckerberg aynı zamanda şirketin Metaverse stratejisini de açıkladı. Metaverse, insanın kendi sanal suretlerini, avatarlarını kullanırken, başkalarınınkilerle ve diğer dijital nesneler, ortamlarla iletişime geçmesi olarak ifade ediliyor. Meta (öte) ve universe (evren) kelimelerinin birleşmesinden türeyen Metaverse, sosyal medya platformlarını, mesajlaşma araçlarını ve sanal gerçeklik (VR) uygulamalarını bir araya getirmeyi hedefliyor. Hatta NFT tabanlı sanatsal çalışmalar, yapay zeka, merkezsiz finans (coin dünyası) dâhil, tüm akıllı teknoloji ürünlerinin, platformlarının buraya dâhil edileceğini söyleyebiliriz.
Metaverse kısaca, insanın, sanal suretleriyle sanal bir ağ içinde var olması ve faaliyette bulunması; orada yeni hayatlar kurması (second life) anlamına geliyor.
Meta’ya Doğru, Sınırlar
Meta kelimesi Yunanca kökeni itibariyle öte, sonra demek olduğuna göre Facebook bize “gerçeklik ötesi” bir dünya sunmayı vaat ediyor. Bir diğer deyişle bize maddi gerçekliğin yanında sanal bir gerçeklik, paralel bir evren sunmayı; bu yeni dünyanın ürünlerini, aktörlerini sanal ortamda bir araya getirmeyi ve burada insanın (kullanıcının) kendini sınırsız biçimde ifade etmesini hedefliyor.
Bu çerçevede, Facebook (Meta) şirketinin açıklaması, bugüne kadar hayal ürünü ne varsa hepsini sanal âlemde birleştirilmesine vurgu yapan bir aşama gibi görünüyor. Şüphesiz bu dünya sadece Facebook’a ait değil. Sanal gerçeklik alanında aktör sayısı gün geçtikçe çoğalıyor. Ayrıca sanal gerçekliği oluşturan bileşenlerin kendi mecralarında gelişmesi de sürat kazanıyor. Bu alandaki yarışın henüz çocukluk çağında bulunduğunu söylemek sanırım yanlış olmayacaktır.
Benim bu süreçte ilgimi çeken ve altını çizmek istediğim boyut ise; teknolojinin insanlara, gerçekte sahip olamadığı imkan ve kabiliyetlere sanal âlemde kavuşma, istediği kimliğe bürünme, dilediği biçimde sanatsal ortamlarda performans gösterme, deneyim yaşama, kendini geliştirme ve yeniden yaratma imkanı vermesidir. Bu imkan teknolojiyi, havayı, suyu, hayalleri bile parayla satan kapitalist üretim tarzının sınırlarına tabi olsa da bize en azından “kölelikten çıkış yolunu” göstermesi açısından önemlidir. Sanal gerçekliğin merkezinde yer aldığı ikinci hayatı bu nedenle önemsiyorum. Bunu, Metaverse’ün de “Her hizmet ve ürün piyasaya ancak ‘meta’ olarak girebilir,” kuralına tabi olacağını bilerek söylüyorum. Çünkü teknolojinin sunduğu her imkan, aynı zamanda eşitlikçi ve adil dünya arayışı çerçevesinde tartışmayı gerektiren bir fırsattır.
Meta Olarak Metaverse
Meta kelimesi, Türk dilinde metafizik kelimesindeki gibi “öte” anlamı dışında Arapçadan geçen ikinci bir anlama daha sahiptir. Meta ve çoğulu emtia kelimeleri ticari dolaşıma girmiş mal anlamındadır. Bu nedenle, Metaverse kelimesi doğal olarak Türkçede ticari dolaşıma girmiş mal anlamında “meta” kelimesine de gönderme yapmaktadır. Bu Metaverse’ü anlamamızı kolaylaştıran yerinde bir göndermedir. Bir anlamda meta kelimesi Facebook’un yeni adı olan “Meta”nın ve bize ticari bir mal (meta) olarak sunduğu Metaverse’ün hayatımızda yapacağı değişikliğin sınırını da göstermektedir. Kısaca açıklamak gerekirse, ticari bir kuruluş olarak Facebook genç jenarasyon nezdindeki azalan itibarını yeniden kazanmayı ve bunu yaparken ciddi kazanç elde etmeyi, pazar payını artırmayı amaçlamakta, mevcut teknolojik imkanları birleştirerek yeni bir teknolojik ürün (platform) sunmayı düşünmektedir. Cambridge Analytica’ya 50 milyon kullanıcının kişisel verilerini toplaması ve bu verilerle seçimlere müdahale edebilmesi izni veren, bunu itiraf etmiş sabıkalı; güç ve kazanç dışında bir hedefi olmayan Facebook’tan bahsediyoruz.
Stanislaw Lem’in Real’i
Stanislaw Lem 1921 doğumlu, savaş nedeniyle tıp öğrenimini bırakmak zorunda kalan, Polonyalı bir yazar. Onu en ünlü eseri olan ve Tarkovski tarafından filme çekilen Solaris isimli bilim kurgu romanından tanıyoruz. Solaris’te bir uzay gemisinin yörüngesine girdiği gezegeni kaplayan okyanusun canlı olması ve bu varlığın gemideki insanların hafızalarında yer alan kişileri canlandırması; astronotların geçmişlerinde kalan kişilerle teması, yüzleşmesiyle karşılaşıyorduk. Lem’in en ünlü eseri olmasına rağmen, diğer romanları da en az Solaris kadar yaşadığımız dünyaya karşı bir eleştiri niteliği taşıyordu.
Bize Metavers’ü hatırlatan kurgusunu ise “Yıldızlardan Dönüş” isimli romanında okumuştuk. Hatırlamak açısından kısaca bahsetmek gerekirse; 1961 yılında yayımlanan roman bir gemi ile uzaya gönderilen astronotun 10 yıl sonra görevinden geriye dönmesi ancak bu sürede dünyada 127 yıl geçmiş olması, 127 yıl sonraki dünya ile karşılaşmasını konu ediyordu.
Romanda üzerinde duracağımız öncelikli konu o çağda ortaya çıkan real’lerdir. Real’ler insanların gerçek hayatla iç içe geçmiş sanal dünyalardaki yaşantısının bir türüydü. Yolda yürürken bir gruba katılabiliyor ve kendinizi tropikal bir bölgede kano yaparken bulabiliyordunuz. Bu performanstan sonra bir anda girdiğiniz sanal dünyadan çıkıp gerçek hayata dönebiliyordunuz. Ayrıca bu iki yaşantı arasındaki sınır çok şeffaflaşmış, birinden diğerine geçirgenlik artmıştı. Roman kahramanı Bregg, bazen ne zaman gerçek, ne zaman sanal dünyada yaşadığını bile çıkartamayabiliyordu.
Hatta sanal ve gerçek kişiler birbirine o kadar karışıyordu ki, bazen birinin kendini ben gerçek kişiyim diye tanıtması gerekiyordu. Real olarak tanıtılan bu sanal aktivitelerin yapımcılarının olduğunu da öğreniyorduk. Romanda real şöyle tanımlanıyordu:
“Real, bir filmden daha fazla bir şeydi; çünkü ne zaman sahnemin belli bir kısmına dikkatimi versem, orası büyüyor ve genişliyordu. Başka bir deyişle izleyici bir yakın çekim mi yoksa bütün sahneyi mi göreceğine kendisi karar veriyordu. Bu arada görüş alanının çevresinde kalan kısımların boyutlarında bir bozulma olmuyordu. Bu şeytanca zeki, optik bir hileydi, çok canlı, sanki büyütülmüş bir gerçeklik aldatmacası yaratıyordu.”
Metaverse ve Real
Metaverse ve Real arasındaki yakınlaşmayı ve farklılıkları biraz daha açmak gerekiyor. Facebook’un Metaverse’ü insanın dışında duran ve tercihe bağlı olarak elimizdeki donanımlarla içine girilebilecek sanal bir dünya sunmaktadır. Lem’in sanal ortamları ise toplumun yaşam biçiminin parçası olmuş ücretsiz yapılar olduğu gibi gerçek hayatla iç içedir. Lem’in real’i gözlük takmayı gerektirmez. Aracıya ihtiyacı yoktur. Sanal dünya bir performans alanı olarak gerçek dünyanın içindedir. Zaman zaman orijinalinden ayrılamayacak denli, her an arzumuza bağlı olarak içine girebilmemize izin verecek biçimde bizimle birliktedir. Second life, gerçek hayatla birleşmiş bir sentez yaratmıştır. Maddi hayat ve maddileşmiş second life aynı hayatın birbirini tamamlayan iki yüzüdür. Bu iki yüz arasındaki geçişler dolayımsızdır. Tamamen insanın tercihine, performans arzusuna bağlıdır.
Kişisel Gelişim ve Gelecek
Tarihi gelişim teorisi bizlere kapitalist üretim sürecinin emekçiler açısından “insan dışı” bir yaşam ürettiğini ortaya koymuştur. Bu insan dışı yaşamdan kurtulmak için kapitalist üretim sürecinin empoze ettiği “öz yaşam koşullarına” itiraz gerektiğini belirtmiştir.
Tüketim toplumları bu “öz yaşam koşullarını” daha da kötüleştirmiş yukarıda değindiğimiz gibi üzerine bir tül örtüp gizlemiştir. Üstelik gelişen kitle iletişim araçları ve sosyal medya üzerinden, insanın körleşmesini sağlayacak ideolojik hegemonyayı tesis etmiştir artık. Hızlı gelişimi sonunda sanki insanın dışında, kendine özgü bir varlığı olduğu yanılsamasını yaratan, gündelik sorunları içinde insanı “büyüleyen” teknoloji; karşısında herkesin kendisini silik bir nesne gibi hissetmesine yol açan bir algılama dünyası yaratmıştır. İaşe-barınma gibi zorunlu olanlar yanında ideolojik aygıtlarla yaratılan sanal ihtiyaçları karşılamanın giderek tek hedef haline geldiği tüketim toplumunda insan gerçek ve sanal ihtiyaçlar arasında sıkışmış deyim yerindeyse şizofren bir hayata mahkum edilmiştir.
Öyle görünüyor ki, Facebook’un Metaverse’ü, aslında gerçek ve onun medyadaki yanılsamalı imajları arasına sıkışmış insana, bundan kurtulacak bir “öte”ye değil; maddi hayatın gideremediği açlığı, mutsuzluğu, yoksunluğu sadece sanal ortamda gidermeye taliptir... Ne ilginç! İdeolojik aygıtlarla sanal ihtiyaçlar yarat, sonra da o sanal ihtiyaçların giderileceği bir second life oluştur. Yaşanan gerçek Aristoteles’in dili ile “ne ise o olarak”, ayıpları, kusurlarıyla aynı şekilde, “tarafsızca” devam etsin.
Üstelik Metaverse adı altında sunulan sanal ortam, bir meta olarak; insanın “insani itirazı”nı da absorbe etmeye yarasın. Deve kuşu misali, insan başını “sanal dünyaya” sokacak ama maddi varlığı gerçek dünyada acılarıyla, yoksunluklarıyla kalacaktır. Metaverse’ün vaadi bu kadardır…
Bir Kurtuluş İmkanı Olarak Teknoloji
Eşitlikçi-özgürleştirici adil bir yaşamı egemen kılmak için, Aristoteles diliyle ifade etmek gerekirse, imkan dâhilinde olanı mümkün kılmak için bir araya gelmek ve karar almak gereklidir. Bunun siyasi bilinç ve kollektif bir çaba konusu olduğunu söylemeye gerek yoktur sanırım. Şimdilik görünen odur ki, kapitalist dünya, bu siyasi bilincin; insanın bir özne olarak kendi geleceği ve yaşayacağı toplum hakkında karar alma imkanını ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmaktadır. Böyle bir toplumsal yapı içinde Metaverse’ün bugünkü tüketim toplumu bunalımı içinde sıkışmış olan insanlara bir kaçış aracı sunmaktan başka bir işe yaraması mümkün görünmemektedir.
Oysa Lem’in “Yıldızlardan Dönüş” romanında çizdiği sanal dünya bize bir refah toplumu olarak adil toplum hedefine yaklaşmış bir insani yaşam içinde bu teknolojiyi anlama imkanı sunmaktaydı. O dünyada, insanların kendilerini sanal dünyalar, sanal varlıklarla geliştirme imkanına sahip olduğunu, tüm insanlara eşit davranıldığını, hiç olmazsa romanda görmüş, hissetmiştik. Yukarıda değindiğimiz Lem’in real’inde gerçek hayat içinde halogram suretlerin gerçeği ile karıştırılabilecek ölçüde yer alması, insanların gerçek ve sanal kimliklerle gerçek hayatın içinde bir arada yaşaması ise avatarlaşmada son aşamayı temsil ediyor. Bu da aklı tek bir insan beyni ve tek bir yaşantı içinde konumlandıran varlık teorisinin zorunlu bir dönüşümü ifade ediyor… Bugüne kadarki tüm muhalif düşüncelerin eylem teorilerini yeniden gözden geçirtecek ve hatta yenisinin gerekliliğini ortaya koyacak kadar önemli bir dönüşüm…
Her şeyden önce teknolojinin yarattığı illüzyondan kurtulma ve teknolojik ürünleri efsunlanmış gibi seyretme, kullanma, satın alma histerisi içine mahkum edildiğimiz işlemler dünyasına karşı kölelik halimize son verecek büyübozumu şenliklerine, yaratıcı tartışmalara ihtiyacımız var. Önce eşitsiz düşünceyi-yapıları, adaletsizliği yıkıcı ve güzel bir dünya kurulmasını destekleyici yaratıcı şenlikler… 3000 yıl önce Dionysos şenlikleri “büyüleyici vasfı” ile belirmişti. Yeni şenliklerin ise “büyübozumu” ile başlaması gerekiyor. Sonrası gelir…
Not: Yazı; Birikim Dergisi’nin, Ocak-Şubat 2022 dönemine ait 393-394 sayısında yayımlanan aynı isimli yazının seçilmiş, çok kısa bir bölümüdür.
Av. Haluk İnanıcı